Dünya turu için gün sayan mavi yürekli denizcimiz Başak Mireli, bu süreci etap etap http://www.milesanddrives.com takipçileri için kaleme alacak. Sizler için özel bir yazı dizisi olacak ve keyifle okuyacaksınız. Mireli’nin teknesi İstanbul’un adını verdiğimiz dizinin ilk bölümü için şimdi arkanıza yaslanın. Mavi düşler atlasının sayfalarındaki keyifli ve heyecanlı yolculuğumuz başlıyor. Sevgili Başak Mireli, ilk bölümde Türkiye rekoru denemesi için yelken açtığı ancak elektrik arızası nedeniyle yarıda bıraktığı Karadeniz rotasını anlatıyor.

Kırık kalbimin tesellisi, gördüğüm en misafirperver deniz; Karadeniz

‘Her şey daha fazla özgürlük istememle başladı…’ diye attım hikayemin, hikayemizin başlığını. Zincirlerimizi kırmayı, denizde olmayı, çatımızı rüzgardan kurmayı istedik. Yıllar önce başlayan denizcilik maceramızı 2018’de tamamen teknede yaşamı seçerek bir adım ileriye taşıdık ve dünya seyahati hazırlıklarına başladık. Sorumluluklarımızdan ve çalışma hayatından sıyrılmak bizim için de kolay olmadı, yüzdük yüzdük artık ucuna geldik…

Dünya seyahati için gün sayarken yeni bir maceranın kapılarını araladım, solo Türkiye Turu Rekor denemesine talip oldum. Denizde tek başına olmak benim için özgür olmaya farklı bir bakıştı. Diğer yandan henüz gezmediğimiz Karadeniz’in kokusunu solumak için de benzersiz bir fırsat.

Yaşadıklarım, gördüklerim, öğrendiklerim yanıma kar kalsın

Kış sezonunu hazırlıklarıyla geçirdiğim Türkiye Turu Rekor denemesi için 3. Köprünün altından geçip Karadeniz’e çıktığımızda ‘Evet, Karadeniz’in dalgaları büyükmüş’ dedim. Büyük denizler ve fırtına hikayeleriyle korkutulmuş tarafım titredi içimde. Karadeniz kokusunu içime çektim ve barometreye baktım. Sonraki bir ay boyunca her saat başı yaptığım gibi… Yolda ve rekor denemesi süresince Karadeniz çok nazik davrandı bana. Hayallerimi süsleyen rekor denemesini, henüz çok başlarda, Karadeniz ile baş başa geçirdiğimiz dördüncü günün sonunda, Giresun sahilinde elektrik arızası nedeniyle bıraktım. Öğrendiklerim yanıma kar kaldı.

Karadeniz’de üç liman vardır; Sinop, Temmuz, Ağustos

Batı Karadeniz’i daha önce motor turunda gezdiğimiz için hızlı davranıp Şile, Akçakoca üzerinden direk Sinop’a geçtik. Efsanelerin kapısı Sinop’ta aralandı. Karadeniz burunları ile anılır ve Sinop – İnceburun ve İnebolu batısındaki Kerempe Burnu Karadeniz’in en zorlu coğrafyasıdır. İnceburun’da derinlik 12 millik mesafede 2000 m’den 20 m’ye düşer, Karayel deniz kaldırır ve akıntı nehir misali Doğu Karadeniz’e ilerler. İklimle şekillenmiş Sinop Yarımada coğrafyasının bunca uygarlığın efsanelerine ev sahipliği yapmış olması ve bizim denizden gelerek bunca misafirperver karşılanmamız rastlantı değildir.

Denizi, plajları, doğası ile Ege kasabalarına taş çıkaracak güzellikteki Sinop’u bilmemek tabii ki bizim cahilliğimizdi. Kişisel tarihleri ile Sinop’u birleştiren insanlarla tanışmak, bir şehri onların dilinden, hayatlarından, geçmişlerinden dinlemek hayal dahi edemeyeceğimiz bir şans oldu. Arı kovanı gibi işleyen Sinop Limanı’nda kendimizi bakıma çıkmış bir teknenin yerine sıkıştırdık, ilk biramızı İstanbul’un havuzluğunda Fatih Akliman ile tokuşturduk. O dakikalarda henüz Akliman ve Hamsoros’u gezmemiş, yolda oraları pas geçip direk limana girmenin nasıl bir hata olduğunu fark etmemiştik. İlk günün yorgunluğunu leziz bir çarpan balığı ile atıp mışıl mışıl uyuduktan sonra kahvaltıda Doğan Ülgen, Cemalettin Kaya ve Okan Alpar ile yollarımız kesişti. Aksi Deniz’in hikayesini, meşhur Karadeniz kotra maketçiliğinin tarihini, Tarzan Kemal’in sokakları inleten serzenişlerini onlardan dinledik. Siz de bir kuple dinlemek isterseniz ​​Yaşayan Sinop videomuza tıklayın. İki gün boyunca Fatih’le Sinop sokaklarını arşınladık, yelken dünyasının bir diğer efsanesi Sinop Yelken Kulübü’nün kapısına dayandık ve üçüncü günün sabahında bir sonraki buruna doğru yola koyulduk.

Yoros’da eserim, Yasun’da keserim, Adabaşı’nda kaptan seçer, İnce’de tahta atar, Kerempe’de…

Fatsa’yı aktarma merkezi olarak belirlemiştik ve yeni malzemelerimizi Ferda’ya postalamıştık. Liman’da Sahil Güvenlik botunun yanında mis gibi bir yer bulduk kendimize. Geceyi yolda geçirmiştik ve denizden gelen herkes gibi açtık. Bir solukta en iyi pideciyi bulduk, eski Ordu yolundan yapacağımız gezinin planlarını yaptık. Şu an size tekneyle Karadeniz Turu anlatıyorum ama “Pide’nin Peşinde Karadeniz Turu” denmemesi için neden bulamıyorum. Planlama aşamasında aklımızda Yalıköy Limanı’na girmek vardı. Bu planı daha makul olacağı için Fatsa ile değiştirdik ama aklımız kaldı bir kere. Pide macerasına Bolaman’da devam ettikten sonra soluğu Yalıköy liman kahvesinde aldık. Karadeniz yağmurlarını tattığımız ilk günümüzde Yalıköy Limanı masalsı bir güzelliğe bürünüp bizi büyüledi. Yason Burnu’na vardığımızda deniz derin bir dinginlik içindeydi. Biz de koşturmacadan yorgun düşmüştük, ses çıkarmadık… Yumuşak yumuşak Yason feneri kıyılarında kırılan dalgalar Arganot’ların efsanelerini fısıldadı kulağımıza. Yunanistan’ın en büyük denizcileri ile yola çıkan İason canavarlarla dolu Karadeniz coğrafyasında yaşadığı maceralardan sonra ‘Altın Postu’ aramak için Yason Burnu’na gelir. Yason Burnu ismini bizim gibi kendini günlük hayatın koştumasına kaptırmış, yüzünü doğaya döndüğünde huzur bulan, kalabalıkların arasında efsanelerini kaybetmiş çocukların zamanında İason’dan almıştır. Eski yol kendini ormanla denizin arasında saklayarak bizi Ordu’ya kadar götürdü. Şöyle bir Ordu manzarasına bakıp evimize, İstanbul’a geri döndük.

Yolcu yolunda gerek

Doğu Karadeniz’in büyüsüne kapılmıştık bir kere ve yolumuz uzundu. Bir sabah ayrıldık Fatsa’dan ve karadan gezdiğimiz sahillere bir de denizden bakarak Trabzon’a doğru yola koyulduk. Ordu’dan sonra gece boyunca şehir ışıkları hiç kesilmedi, şehirler birbirine bağlandı. Sabaha karşı Trabzon’a vardık ve hemen havalimanının yanı başında, şimdiye kadar gördüğümüz en enteresan liman olan Trabzon Yat Limanı’na bağlandık. Bir uçak indi bir uçak kalktı, teknemizden misafir hiç eksik olmadı. ‘İnsanımız denizden geleni çok sever’ demişti bir arkadaşımız. Trabzon ne kadar sevildiğimizi bize bir kez daha gösterdi. İlk fırsatta Sümela Manastırı’na çıktık oradan da Rize’ye, Fırtına Vadisi’ne gittik.

10 yaşlarında, ilk defa Vedat Amca’nın dia gösterisinde görmüştüm Çamlıhemşin’i. 40 yaşımda aynı yerleri yine Vedat Amca ile gezmenin, yılların hikayesini ondan dinlemenin keyfini sürdüm. Vakti zamanında binlerce büyük başın otlatıldığı yaylalarda hayvanlık kalmamıştı. En azından o dönemin izlerini evlerin önünden geçerken gördüm, kar sularından içtim. Değil bir gün, günlerce gezilirmiş, yayladan yaylaya geçerek aylar geçirilirmiş. Siz de bir kısmını görmek isterseniz Rize & Trabzon videomuza bakabilirsiniz. Rize yaylaları aklımda Artvin yaylalarına doğru yolculuğumuz devam etti ama tekne bakımı son hazırlıklar derken Hopa’da gezmeye fırsat bulamadık. Ardındaki heybetli tepelerle Hopa, Karadeniz’in aslında Türkiye kıyılarından ibaret olmayan büyük bir coğrafya olduğunu hatırlatıyor insana. Orada durmama, devam etme isteği uyandırıyor. Üç gün bir çırpıda geçti ve kendimi Karadeniz’de dönüş yolunda buldum.

Gitme. Sana göstereceğim daha neler var…

Öyle hemen gitmek yok dedi sanki Karadeniz. Bir başıma girdim Giresun Limanı’na ve bir gırgırın üzerine aborda oldum. Bir kadeh viski ve bir sigara ile kayıkhanelerin ardında güneşi batırdım. Giresun sanayide içilecek çayımız varmış. Ertesi gün aldık alternatörlerimizi, sanayinin yolunu tuttuk. Akşama kadar sıkıntıları çözdük ve tekneyi çalışır hale getirdik. Hopa yolunda farklı sebeplerden uğrayamadığımız, aklımda kalmış ne kadar liman varsa dönüş yolunda uğradık.

Giresun – Samsun yolunda iki hava cephesinin arasında kaldık. Saatlerce üzerimizde, önümüzde, arkamızda şimşekler çaktı. Daha önce hiç görmediğimiz bir manyetik alanının içerisinde kaldık. Tüm elektronikleri kapadık, kafamızı kuma gömmüş misali şimşeklerin altında ölü taklidi yaptık. Bir cepheden öbürüne atlamamız ve cephenin üzerimizden geçmesi saatler sürdü, endişe büyük ihtimal hayatımızdan bir kaç fazla dakika götürdü 🙂 O yorgunlukla sabaha karşı ulaştık Samsun Yelken Kulübü’ne. Tekne toparlamaları, dönüş yolu hazırlıkları derken çok çıkaramadık Samsun’un keyfini. Yelken Kulübü ekibi, tesisleri ve konumu Karadeniz’in en keyiflileri arasında. Hatta kulüp restoranının pidesinin açık ara Karadeniz’in en iyisi olduğunu iddia edebilirim.

Samsun’da ekibe Ercan ve Ersan kaptanları ekledik ve direk Sinop’a geçtik. Bu sefer limana değil Akliman’a girelim dedik ve her zaman olduğu gibi sabaha karşı ulaştık. Eskiden olsa mümkün değil girmeyeceğimiz sığ bir koya karanlıkta girip demiri bıraktık. Ertesi sabah rahat durmadık, biraz kendimize gelince hadi iç limana geçelim dedik. Bile bile lades, tekneyi oturttuk. Döndük ilk demir yerimize. Sinop’ta nereyi gezdiysek, neler öğrendiysek kompakt bir paket yapıp bizimkileri gezdirdik.

Denizciler şansa, uğura, uğursuzluğa inanır

Türkiye Turu Rekor denemesinde, özellikle de Karadeniz ayağında lokal hava dinamikleri ve akıntılar konusunda İnebolulu tecrübeli balıkçılardan, özellikle de Ahmet ve Akın Abi’den destek aldım. Hopa’ya koştur koştur gittiğimiz için de yanlarına uğrayamamıştım. Böyle göz ardı etmelerin bana şanssızlık getirdiğine inanırım. Aslında biz denizciler genel olarak uğura ve uğursuzluğa inanırız. Denizle konuşur, burunlardan geçerken ritüelleri hatırlarız. Fırsat bu fırsat deyip rotayı İnebolu’ya çevirdik.

Ben size olabildiğince romantik bir Karadeniz hikayesi anlatıyorum ancak memleketin neresinde olursak olalım dertlerimiz, tasalarımız aynı. İnebolu bizi dertlerimizle dürttü diğer yandan yüzyıllık mimarisi ve doğasıyla bizi masallar diyarına götürdü. Cumhuriyet tarihimizde Karadeniz’in yerini tane tane anlattı. Eskiden alt katı kayıkhane olan evlerin önünden artık doldurma bir cadde geçiyor, restoranlar yol boyunca sıralanıyor ama etrafı çok görmemeye çalışırsanız bir anda kendinizi büyüye kaptırıyorsunuz.

Malum biz olduğumuz yerde uzun süre duramıyoruz. Bağlandık derken halatları çözdük Amasra’ya doğru yola çıktık. En heyecan duyduğumuz limanlardan biriydi ve daha limana girer girmez Karadeniz Turu boyunca kulaklarımızda çınlayan, elinden çıkmış tekneleri gördüğümüz, yaşayan efsanelerden biri Hüseyin Çoban ile tanıştık. Bizim karşılaşmalarımız tahmin edebileceğiniz gibi durup dururken olmuyor. Bu hayatta ne kadar çok dost biriktirdiğimizi ve Karadeniz söz konusu olduğunda 6 değil sadece 3 kişinin bile sizi aradığınız kişiye ulaştıracağını görmüş olduk.

Amasra şimdiye kadar hiç arkeolojik kazı yapılmamış olmasına rağmen bir çok yere taş çıkartacak arkeolojik birikime sahip, kısıtlı fiziksel alanına şükür hala mimari yapısını koruyabilmiş, belki de tepeden baktığınızda Karadeniz’in seyretmeye doyum olmayan tek kasabası.

Amasra’dan çıktığımızda Karadeniz biraz hırçınlaşmış, rüzgarı olmasa da dalgası hatırı sayılır derecede artmıştı. Dalgalara karşı durduğumuzda hızımız düştükçe düştü. Rüzgar tam kafadan geldiği ve yolculuk tarihleri konusunda hassasiyetimiz olduğu için işin kolayına kaçtık. Sadece ana yelken basıp, açıdan çok kaybetmeden dalgada tekneyi destekleyerek yavaş da olsa ilerledik. İlerleyen saatlerde rüzgar kesilince dalga da biraz küçüldü ve biz rotamıza girdik. Yaklaşık 24 saatlik bir mücadeleden sonra Kefken Adası’na ulaştık.

Son durağımızda Kıyı Emniyeti’nin misafiri olduk. Adanın etrafını turladık, denizine imrenerek baktık. Kalsak bir kaç gün daha keyifle kalırız dedik ama kızarmış Karadeniz Barbunu ve anason kokusuyla adadan ayrıldık.

İstanbul Boğazı’na kalan 50 milimizi keyifli bir rüzgarda dev karayel dalgaları üzerinde sörf yaparak geçtik. Halbuki rüzgar poyrazdı. Ege için rüzgarın ayrı dalganın ayrı yönden gelmesi ne kadar garipse Karadeniz için o kadar normal.

Üçüncü köprü ayağına geldiğimizde dalgalar kesilince bu harika maceranın da sonuna geldiğimizi anladık. Bir sonraki macerada görüşmek üzere.

http://www.milesanddrives.com okurları için bilgi notu:

Başak Mireli’ye değerli satırları için teşekkür ediyoruz. İstanbul’dan mektup var serimiz Başak Mireli’nin kaleminden devam edecek. Teknesi İstanbul’un pruvası neta, rüzgar kolayına olsun. Bizi takip etmeye devam edin.