Dünya seyahatini başarıyla sürdüren Başak Mireli http://www.milesanddrives.com okurları için yazılarına devam ediyor.

Belki de uzun soluklu yolculuklarda ayrılık, zihniniz yolculuğa karar verdiğinde başlar. Yolculuğa kadar yapılan tüm işler, yaşanan tüm anlar biraz vakit geçirmeye, biraz durumu idare etmeye dönüşür. Yine de her yolculuk başlangıcının akla kazınan, geriye bakıp el sallama anı vardır. Bizim ayrılığımız bolca şımardığımız, eğlencesi bol, sevgi ve mutluluk dolu bir veda ile oldu. Gökova’da ailemizle, arkadaşlarımızla son birkaç günü bir arada geçirdikten sonra bir sabah halatlarımızı kesip, 5 tekne Yunanistan’a doğru yola çıktık.

Bir tekne seyahate asla hazır olmaz

Dünya seyahatine çıkmamıza on gün kala nefes nefese ulaştık Gökova’ya. Evden çıkalı 3 ay olmuş ve dile kolay 2000 milden fazla yol yapılmıştı. Biz yorgunduk. İstanbul’da yorgundu. Çıkmadan önce yapılması gereken acil tamiratlar ve tekneye yerleşmesi gereken bir depo dolusu eşya vardı. Soluksuz geçen bir haftadan sonra denize çıkmamıza 3 gün kala Ömer’e ‘Tekne hazır mı ?’ diye sordum. Güldü bana. Belli ki çıkıncaya kadar bizim ne kendimizi ne de tekneyi hazırlamamız mümkün değildi. En azından yanımıza alacaklarımızı tekneye doldurup yolda kendimizi toparlayacaktık. İçinde bomba patlamış bir tekne ile sabah yola koyulduk.

Kalimnos Limanı’nda batıya doğru seyahatimiz resmen başladı

Yola çıkmamızla beraber Ege’nin rüzgarı şiddetlendi, dalgalar büyüdü. Biz daha Orak Adası’na yaklaşmadan arkadan gelen Nefess ve Delfino, Çökertme Koyu’nda mola verdi. Mardek daha fazla dayak yemeden Orak Adası’nın kuzeyinde Pabuçbükü’ne girelim deyince Monk ve biz de onları takip ettik. 7 saatlik bir yolculukta ilk önce ana yelken alt yakasını koparttık sonra da demir atarken büyük bir motor yatın zincirine takıldık. Belli ki biz, biz olduğumuz sürece, nereye gidersek gidelim şansımız da bizimle gelecekti. Kendimizi Pabuçbükü’nün kristal sularına attığımızda bu denizleri, korunaklı koylarımızı çok arayacağımızın henüz farkında değildik. Ertesi gün rüzgarın iyice sertleşeceği saatlere kalmamak için yola koyulduk ama Kalimnos’a ulaşıncaya kadar Ege’nin gazabından bize düşen payı aldık. Kalimnos’a yaklaştıkça kafamızdan gelen rüzgar 30 knotlara ulaştı, dalgalar üstümüzden aşar oldu. Ana yelken motor seyriyle sabırla yükselmeye devam ettik. Kalimnos Limanı’na kıçtan kara olduğumuzda bizim için hep batıya seyahat resmi olarak başlamış oldu.

Çıkıpta sokakta kalmak var

Ege’nin Türkiye tarafına bakan, Dedokanes adaları Kos, Kalimnos, Leros ve Patmos arasında sabahın erken saatlerinde başlayıp, öğleden sonra yoğunlaşan bir tekne trafiği olur. Kahvaltısını yapıp toparlananlar demirini alır geceyi başka bir koyda/limanda geçirmek için yola koyulur. Kalimnos Limanı’nda hareket hiç bitmez. Bir tekne girer bir diğeri çıkar. Biraz daha tekne sığdırabilmek için tüm gün tekneler 30 cm sağa sola çekilip itilir. Bizi Kalimnos’a kadar getiren hava hiç kesmediği için bütün bu hareket birdenbire kesildi. Tekneler yerinden oynamadı, gelenler kapıda kaldı. Aynı şey korunaklı koylarda da geçerli olduğu için 5 tekneye yer bulma sıkıntısını göze alamadık, limanda çakılı kaldık. Sıkıldık mı ? Asla… İlk önce merkezin altını üstüne getirip denize girilebilecek şahane koyları keşfettik, sonra atladık arabalara adanın geri kalanını gezdik. Tüm bu seyahat nasıl geçti bir göz atalım derseniz Bilinmeyen Rota’nın videosuna bakın https://www.youtube.com/watch?v=NxzTseEDxc0

Bu arada her teknede ufak tefek birkaç arızayı çözdük. Bizim kopan alt yakayı halledebilmek için de ufak bir bumba sökme operasyonu yaptık. Tüm teknelerin hayret eden bakışları arasında bumbayı tekneden limana indirdik, içinde sıkışan palanga sistemini çıkarmayı başardık ve tüm hava muhalefetine rağmen yerine taktık. 2016’da Kalimnos’a ilk gelişimizde gün gelip de bu limanda başımızdan büyük işlere kalkışacağımızı söyleseler inanmazdık. Operasyonun detayları için https://www.youtube.com/watch?v=6-GUVYQLO3Y

Günler hızla geçti, ekibin eve dönme vakti geldi. Bizde haddinden fazla şımarmış, defalarca son bir veda yemeği yemiş, kadehlerimizi yolculuğumuza kaldırmıştık. Bizim için de yola koyulma zamanıydı. Tüm teknelerin arkasından tek tek el salladıktan sonra limandan ayrıldık.

Ege’de yelken yapabiliyorsan her yerde yelken yapabilirsin.

Kalimnos’un kuytusunda kısmen sakin olan hava ve denizler havanın kuzeye dönmesiyle yine hırçınlaştı. Rüzgar 20-25 knot arasında seyretmeye başladı, dalgalar büyüdü. Arada şiddetini düşüren, sonra birden heyecanlanan rüzgarda defalarca camadan vurduk, camadan açtık. Onlarca kez yelken kombinasyonu değiştirdik. Öğleden sonra Astipalea’ya ulaştığımızda adanın kuytusunda biraz sakinler dediğimiz rüzgar iyiden iyiye arttı, 30 knot’lara dayandı. Ege’den aşağıya boşalırcasına inen rüzgarlar orta Ege adalarının kuzeyinden güneyine, bir kanal takip edercesine birikiyor, adaların eteklerinin altında güçleniyor. Astipalea girişinde bizi sınava tutan hava Santorini dağlarından çok daha sert inip 37 knot havada, 2. camadan da bizi broşa sokup ensemize şaplağı patlattı. Ege, artık bildiğimiz denizlerde olmadığımızı, gözlerimizi dört açıp etrafımızdaki her detayı kollamamız gerektiğini nazikçe anlatıyordu.

Tatlı bir sürpriz: Astipalea

Henüz Türkiye’den çok uzaklaşmadığımız için Astipalea Limanı’nda bizden birileri vardı. Hatta yanaşırken sert rüzgarda demir atıp kıçtan kara olmakta zorlandığımızda Deja Vu teknesi hem botla hem de karadan destek veriyor. Tanıdık birilerini gördüğümüz için mutluyuz. Belli ki henüz alışkanlıklarımızdan, sohbetten ayrılmaya hazır değiliz. Geceyi teknede dinlenerek geçirdikten sonra Astipalea yamaçlarında yükselen dar sokaklardan tırmanarak kaleye doğru bir yürüyüş yaptık. Astipalea harika mimarisi, tertemiz sokakları ve engin deniz manzarasıyla tatlı bir sürpriz gibi. Akşam üstü kahve bahane, Deja Vu teknesinde aldık soluğu. Muhabbete doyum olmuyor ancak bizim için ertesi gün yapılacak 40 mil yol var. Astipalea’dan da bildiğimiz tatta bir veda ile ayrıldık.

Tekneyle Seyahat 101: Santorini

Santorini çok meşhur ve zaten yolumuzun üstünde. Demiri atar, 3 gün mis gibi adanın keyfini süreriz dedik. Biraz derin olmakla birlikte, haritada birkaç demir yerini gözümüze kestirdik. Ayrıca küçükte olsa bir marinası var.

Astipalea’dan ayrılacağımız gün karşılaştığımız Santorini’den gelen bir Türk teknesi biraz gözümüzü açtı. “Marinada derinlik yok, olsa bile katamaranlarla dolu. Kendinize yer bulamazsınız. Siz en iyisi Akrotiri’ye demir atın” dedi. Akrotiri’ye yaklaşırken koy teknelerle doluydu. Bu kadar tekne yanılıyor olamaz, aldığımız tüyo doğru olmalı dedik. Teknelerin arasından sıyrılıp kendimizce makul gördüğümüz bir yere demiri bıraktık. Çok geçmeden etrafımızdaki tüm teknelerin bahsi geçen katamaranlar olduğunu ve günlük tur için koya geldiklerini anladık. Gün batmadan da hepsi gitti. Bir başımıza bütün gece rüzgarda dayak yiyerek sabahı ettik. Bir önceki koyda demir atsaymışız toplu taşımaya ulaşabilirmişiz. Bizim demir attığımız Ak. Akrotiri maalesef ulaşıma uzak bir noktadaymış. Merkeze gitmek için taksi ayarladık. Belli ki bu dersten sınıfta kaldık.

Merkeze ulaşıncaya kadar ben kraterin merkezinde de demirleyebileceğimiz yerler olacağı konusunda ısrarlıydım. Merkezde, değil demir atmak, insanların denize girecekleri tek bir yer olmadığını görünce hızla ikna oldum. Meğer Santorini fotoğraflarında, odaların önünde gördüğümüz jakuzivari küçük havuzlar merkezden denize girmek imkansız olduğu için yapılmış. Ve meğer Santorini sokakları yürünemeyecek kadar kalabalık, restoranlarında garsonların bir an önce kalkın diye başınızda bekledikleri, Yunanistan’ın genel haleti ruhiyesine uzak bir turist diyarıymış. Belli ki biz de dersimizi iyi çalışmamışız. Gezmek istediğimiz yerlere göre demir atacağımız koyu belirlememişiz. Nereyi ne kadar sürede gezebiliriz hiç bakmamışız. Yolculuğumuzun sonrası için dersimizi alıp, bir sabah sessiz sedasız demiri toplayıp ayrıldık Santorini’den.

Ver elini Navarin

Yolumuz uzun. Kültürüne, coğrafyasına aşina olduğumuz Yunanistan’da çok oyalanmak istemedik. Hızlı bir seyirle Santorini’den Elafonisos’un güney koylarından birine girdik. Masmavi sularında keyif yapıp Pylos’a doğru yola çıkmak için 5:30’a saati kurduk. Saat çaldı. Gözüm yarı açık Ömer’e baktım. “Niye sabahın bu saatinde kalkıyoruz? Acelemiz ne bizim ?” diye sordum. Uyumaya devam ettik. Henüz yaşadığımız, yaptığımız şeyin farkına varamamış ve koşturmaca psikolojisinin dışına çıkamamışız. Uyanınca kalkıp toparlandıktan sonra ilk defa tam arma seyir ile Porto Kagio’ya yola çıktık. Bir gece bir durak felsefesi ile ertesi sabah Pylos’a doğru yola koyulduk.

Navarin körfezinin içindeki Pylos kasabası tipik bir orta sınıf Yunan tatil kasabası. Bize “Durun artık, ayağınızı uzatıp havuzluğun keyfini çıkarın” diyen yer. Yola çıktığımızdan beri koşturmadan vakit geçirdiğimiz, kendi teknemizle olduğumuz yerin keyfini sürmeyi öğreten liman. Pylos aynı zamanda Yunanistan’daki son durağımızdı.

Navarin’den ayrılırken fark ettim. Türkiye’den tekne ile uzun bir yolculuğa çıkıyorsanız Yunanistan’dan ayrılırken kendinizi evden ayrılıyormuş gibi hissedersiniz. Ege kıyılarının kardeş ülkeleriyiz biz; yemeklerimiz, insanlarımız, kokularımız aynı. Rüzgarımız aynı. Biliyoruz ki bundan sonra gideceğimiz hiçbir liman bizi kendi limanlarımız, Yunanistan kıyıları kadar koruyup kollamayacak.

http://www.milesanddrives.com okurları için bilgi notu:

Başak Mireli’ye değerli satırları için teşekkür ediyoruz. İstanbul’dan mektup var serimiz Başak Mireli’nin kaleminden devam edecek. Teknesi İstanbul’un pruvası neta, rüzgar kolayına olsun. Bizi takip etmeye devam edin.

Not: Serinin ilk mektubuna erişmek için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.

İstanbul’dan ilk mektup